7 Ekim 2009 Çarşamba

Lebrick





Che Part 1 filmini izleyip üstüne de gerilla savaşıyla ilgili bi tane kitap okuyunca hemen gaza geldim. Hidayet'in oynadığı basketbolla Gerilla savaşçısını karşılaştırdım kafamda bu konuda bloga bir post atmak niyetiyle. Sonra bunca senedir internette okuduğum bütün spor yazarlarının eninde sonunda "basketbol aşk gibidir, sevmek gibidir umarsızca" tadında bir yazı yazdığını hatırladım. Zaten eş dostu yolda gördüğümde Hidayet muhabbetlerimle yeterince kitliyorum, bari blogda adam gibi bir benzetme yapiym dedim.

İlk fikrim Ricky Rubio ile ünlülerin hiç çıkmayan seks kasetlerini benzetmekti(Leighton Meesters, Shakira, Britney Spears gibi). Ricky de o vidyolar gibi aylarca nba severlerin ağzını sulandırıp bir anda yalan olmuştu. Büyük usta Kıvanç Abi'ye(backboard rumuzlu) bu fikrimi açtığımda Rubio ilerde büyük adam olur, göt olursun sonra dedi. Bu önemli büyüğümden aldığım tavsiye sonrasında hemen hedef değiştirdim.

Ben Nba'de çıkmamış seks kasedi ararken David Stern'ün en büyük kolpasını aklıma getirmemiştim. Çıkmamış seks videosu değil de, "One Night in Paris" in canlısı ligde barınıyor, yeri geliyor penetre ediyor, yeri geliyor top sürüyordu.

Paris Hilton'un seks kasedi ilk çıktığında hatırlarsınız büyük olay olmuştu. Adını daha önce duymadığım bu kadın birdenbire seksi ile ünlenince hemen bilgilenmiştim. Porno standartlarına göre pek aşağı kalitelerde seyreden bu yapım, hepimizin hafızasında yer etti. Fakat bunun esas sebebi prodüksiyonun kalitesinden ziyade medyanın yarattığı coşumdu(Hype). Zencisel sıfatlarla anlatılabilinecek bu aptal ve çirkin kadın, sikişmeden önce ünlü değildi, yani ünlü olduğu için izledik vidyoyu diyemeyiz. E çok güzel seviştiği için de ünlü olmadı. Yani burada esas olan medyanın bize böyle acaip bir vidyo var demesi oldu. Oysaki onu kovalayacağımız vakitte isim yapmış porno yıldızlarının filmlerinden birini izleseydik memnun kalırdık. Onun yerine hayal kırıklığı ile çükümüz elimizde kalakaldık. Paris Hilton ise seks sembolü ayaklarına yatıp ekmeğini kazanıyor. Neticede kazanan bizi kafalayıp kandıran adamlar oldu.

Çok uzatınca ben bile okuyamıyorum, o yüzden kısa keseceğim. Başlıktan da anlamışsınızdır, "One night in Paris" nasıl yoktan varedildiyse Lebron James de bir medya kolpasıdır diyorum. Nba'de süperstar yokluğundan kaynaklanan çok sağlam parsa vardı. Stern, Nike falan da Lebron sayesinde indirdiler. Olan tabi yine biz basketbolseverlere oldu. Bir yanda bizi mutlu edebilmek için anal oral her türlü çileye katlanan porno emekçileri varken iki-üç kırıtmayla, zevksiz sevişmelerle parayı Lebron'un kırmasına izin verdik. Nba'in üvey evlatlarına, üç beş dakika oynayacağım diye kendini paralayan çilekeş kardeşlerime buradan selam ediyorum. Bu işler onlardan geçmiş bile olsa çocuğun okul taksidi bitsin diye iki haftalık kontratlar imzalayan veteran amcalarıma selamlar. Benim yolda görsem tırsacağım kaslı maslı adamlar tarafından dövülürcesine eziyet edilen silikonlu ablalarım merhaba. Yolunu şaşırmış, barely 18 teen bacılarım, allah kurtarsın.

6 Ekim 2009 Salı

çok sevdim be abi.


Hayatta kendi adıma emin olduğum bazı şeyler yıkıldığında, gerçekten uyanıp güne başlayacak gücü kendimde bulmam imkansız oluyor. Aşk, sevgi ve tutku mevzuları bana her zaman diğerlerinden biraz farklı etki yapmıştır. Aşk dediğin ulaşılmaz olan, sevgi dediğin canı yandığında canını yakan, tutku dediğinde onun için ölmeye gittiğindir. Hepsinin buluştuğu semt de benim semtimdir, çarşısıyla balık pazarıyla. Gönül mevzuları deyince hep aynı hikayeler, pis bir masada ahlaksız muhabbetler değil fonda Mark Knopfler eşliğinde pembe hayaller. Fazla mutluluk da yok tabii, 8 senede 1 9 senede 1, bi Lucescu çıkar da ufak bir mutluluk bizim payımıza düşer diye beklemece. Bol rakı, bol şarap.

Bide benim sevdamı paylaştığından emin olduğum kardeşlerim vardı ki, emin olduğum bir şeyi de çok sağlam yıkmaktalar şu anda. Çünkü bizim sevdamız bir kızı ilk gördüğünde uzaktan kesmek değil de gözlerinin içine içine bakmak gibidir. Yeri gelir kanını ısıtır, yeri gelir kan ağlatır. Sevincimiz de kendimiz için değildir hiç bir zaman, hak etti çocuklar, emeklerine sağlık nidalarıyla çıkar ağzımızdan sevinç çığlıkları. Bu sevda üzerinden rant sağlamaya çalışan, para aşkına bizi alet etmeye çalışanları da bıçak gibi keser her zaman yüreğimiz.

Hayatta kaç kişi sevdasıyla övünür ki? Beşiktaşlının elindeki en büyük değerdi sevdası. Kalecimiz hatalı gol yediğinde "p... gol yedi yaktı takımı" diye değil de "Beşiktaş'ın kalecisi hatalı gol yedi." diye üzüldüğümüz günler niye uzakta kaldı? Bi tek sevdamız kalmıştı be abi, o da mı değişecekti?

Süper Kupa maçının 5. dakikasında Bilica'yı oyundan atacak yüreği kendinde bulamadı Bülent Yıldırım, sonra Gaziantepspor'a karşı direkten dönen toplar ve medya aç köpek gibi saldırdı Beşiktaş'ın üstüne, çünkü o başarılı olunca 5-10 milyon dolar az kazanıyorlardı. Şimdi de aynı sevdayı paylaştığını düşündüğüm insanlar bütün bu kirli oyunlara alet olmuş durumda, Mehmet Topuz'a verilen milyon eurolar değil de 18 yaşında 3 sene sonra Türkiye'nin en büyük sol beki olacak İsmail'e verilen paralar gündemde.

Sevda bizimki gibi olduğu zaman, isyanın bile bir şekli vardı. Ama dostlar alet oldu, o da bozuldu. Beşiktaş forması giyen futbolcuyu yuhlamaya, maç içinde yönetimi protesto ederek takıma zarar vermeye devam şanlı beşiktaş taraftarı. Sizin Beşiktaş aşkınız da Berkcan'ın facebook aşkları kadar yalan.

24 Eylül 2009 Perşembe

Kalabalıkta tanıdık

Bu sene geçen seneyi aratan takımlar var süpper ligde, beşiktaş mesela, gol atarlardı geçen sene bu sene atamıyolar, sivas maç kazanırdı bu sene onlarda bi garip, bir de ankaraspor vardı onlar hiç yok, beterin beteri var tabi. Ama beşiktaş eski tanıdık olur, yüzüne bakarsınız çıkaramazsınız, ama bi insan diğerine o kadar benziyorsa o, odur yapacak bir şey yok. Taraftar, biz futbol izleyicileri, en azından ben, kalabalıkta tanınacak beşiktaş ı görmek istiyorum, metroda yürürken karşıdan kendini belli edecek, yürüyüşünden tanınacak, futbol karakteristiği olan beşiktaş izlemek istiyorum. Sivas ise yaptığını sandığım ama olmayan transferlerin ektiği tohumların verdiği kelek karpuz gibi. Tum un yerine alındığını düşündüğüm Omotoyossi bugün karşıma Metz maçında çıktı, sonra üstüne bir de Borbiconi çıktı o da baharatı oldu o şaşkınlığın, Bouzza gelmişti Sol Campbell ın Notts County ye yaptığı muameleyi yaptı, sene başında büyük umutlarla lige başlıyorsun geçen sene şampiyonluk falan kaçmış, ondan önceki sezonda kaçmış sayabilirsin hadi, bu sezon başlıyor, "noldu sivas, ya noldu sivas" olmadı sivas malesef, birbirine benzeyen oyuncularla yürümedi, onu geçtim geldim diyen adam gitti, kimin zaafı kimin hatası bilmiyorum. Fazla da bok atmak istemiyorum, her takımın başına geliyor böyle şeyler, gs şampiyon oldu sonraki sezon 5. bitirdi, ama sivas oynadığı futbolla taksim metro çıkışında kendini farkettiriyordu.

23 Eylül 2009 Çarşamba

mutsuzluğun müptelası

yanıp sönen kırmızı ışık
yat yere hiç kalkma olur mu?
küçük sahte mutluluklar
akabinde kesin sıçtık.


kıvanç abi'ye ithafen.

22 Eylül 2009 Salı

Koşarek

9.69 koştu Tyson Gay, Usain Bolt un derecelerini yakalamaya devam ediyor, bakalım Tyson Gay bu psikolojik baskı altında delirmeden ne kadar koşabilecek. Adam ne kadar iyisini yapsa da, ki burda yapılmışı var diye önüne çıkarıyorlar. 10 sene sonra neler konuşulur bilmem ama eğer Tyson Gay i konuşuyor olursak, Usain Bolt un boğaz köprüsünden atlaması gerekecek.

İbne Federasyon


Tatsız sonlandığı için artık pek Eurobasketle ilgili birşey yazasım yok. Tanjevic'i eleştirsem, Turgay Demirel'e küfür etsem 3-4 sene önce ettiğimiz lafların aynısını edeceğim için o da anlamsız. Adamlar istikrar adı altında kaç senedir aynı boku yiyip duruyorlar. Hevesimiz kursağımızda kaldı belki ama turnuvanın güzel yanlarından biri, Tbl'nin kalitesini gözlerimizle görmemiz oldu. İki sene önce ufak takımlar bile atılımlar yapmaya başladığında lig gelişiyor, rekabet miktarı artıyor diyorduk. Gerçekten de neredeyse tamamı Tbl oyuncularından kurulu takımımız turnuvada kalite bakımından hiç sırıtmadı. Bütün sezon yüksek seviyede mücadele etmiş oyuncularımız Avrupa şampiyonası gibi zorlu bir turnuvaya ayak uydurmayı başardı. Hatta adam gibi bir teknik ekip olsa madalya bile alırdık.Lig-milli takım arasındaki ilişkinin en güzel örneklerinden biri İspanya. Tıpkı İspanya gibi bizim de artık ligimiz sayesinde genç yeteneklerimizi adam gibi yetiştirebileceğimizi umuyorum. Taraftarı basketbol maçlarına, Yıldırım Demirören'i de Beşiktaş Cola Turca'ya yatırım yapmaya davet ediyorum.

Kısmet değilmiş

Malum Arap milleti dinine düşkün, paraya da düşkün, harcamayı seviyorlar, Gerets gitmiş bir Arap ülkesine bir takımın teklifini değerlendirmek üzere, duvarlarda plazmalar varmış yan yana 3-4 tane, böyle bir millet. Manchester City de bildiğiniz gibi Arapların elinde, parayı yine saçtılar sağa sola, Adebayor u falan aldılar ama sezonun en önemli maçında ne Adebayor u ne de Robinho yu oynatabildiler, Tevez, Bellamy ikilisiyle gol aradılar. Tevez epey zorladı United savunmasını, Ben Foster ın saçmalıklarıyla pozisyonlar buldu, Bellamy acayip 2 gol attı, ama akıllarda Ryan Giggs in 36 yaşında oynadığı akıl almaz futbol kaldı, sanki 10 sene önce Arsenal le çekiştikleri dönemdeki sağa yatıran sola yatıran Giggs geri dönmüştü, son golde "7 numara" Owen a verdiği pas da tecrübesi ve tekniğini tekrar gösterdi bize, Owen da hala pilinin bitmediğini. Bu takımda Giggs varken ne Nani, ne Valencia, ne de Ronaldo ondan daha iyi bir futbolcuydu, Giggs takımın kanatlarda hep 1 numarası olacak. Tabi Neville, Scholes, Giggs üçlüsü yaşlandı artık, Neville ın yerine bir sağ bek sayabiliriz, ama Scholes un yerine bir orta saha ya da Giggs in yerine bir kanat sayamıyoruz, kesinlikle onlardan iyidir diyemiyoruz, bu United da çıtayı yükseltiyor en azından ve gittikçe mükemmelleşen bir sistem halini alıyor.

Aslında Spora Yazılmak Lazım



"The odd thing is, I didn't play much basketball during the summer months. In fact, it's pretty safe to say I hardly touched a ball. After taking a little time off after the season ended, I just started swimming, like every single day. And, I really got into bike riding. After doing this for a while I stepped on the scale and I was at about 203 pounds. I played last season at about 216. I was like 'whoa,' and figured that was enough."

Karşı cinsin fazla ilgisini çekemediğim için geçtiğimiz aylarda bol bol yüzerek 96 kilodan 90 kiloya indim. Yukarıda yazdığına göre Brandon Roy da benle aynı şeyi yapmış. Ben daha büyük bir atlet olduğum için iki kilo daha fazla vermişim. Kilo verdikten sonra blogun yazarı backboard rumuzlu Kıvanç Abi'ye bire birde sahayı zindan ettiğimi düşününce, Roy'un da başarılı bir sezon geçirmemesi için sebep göremiyorum. Şaka bir yana bence basketbola ara verip biraz kafasını dinlemekle iyi etmiş. Yüzme ve bisiklet ile verdiği kilolar bu sene daha hızlı ve tehlikeli olması demek. Genç basketbolcular bazen kendilerinden beklenenlerin ağırlığı altında eziliyor. Yazı çok ağır antremanlarla geçirmeleri daha sonra zihinsel ve fiziksel yorgunluğa, sakatlıklara yol açabiliyor.

En son Wade'in 2008-2009 sezonundan önce yazın kilo verişini hatırlıyorum. Sonrasında Mvp kalitesinde bir sene geçirdi. Hala Nba'e dönmekle uğraşan Arenas bu yaz Wade'in o antrenörünü tutmuş, Arenas da bol bol kilo vermiş. Farklı motivasyonlarla yola çıksak ta benim gibi kilo verme sanatına gönül vermiş tüm sporcu arkadaşlarıma önümüzdeki sezonda başarılar diliyorum.

Biri bizi sınıyor mu?

Şu milli takımın kaybettiği saçma sapan maçlardan sonra işler benim açımdan düzgün gitmiyor sanırım, öyle ilahi güçlerin olaylara direk etkisinin olmadığını düşünen bir insan olarak oruç tutmadığım ramazan periyodu süresince işlediğim günahlardan dolayı "tanrı" beni sınıyor galiba. Düşünün sizin bir arabanız var, bi sabah işe gitmek için arabanızın kilidini açmaya çalışıyorsunuz, ama olmuyor, sonra servisi çağırıyorsunuz anahtarım mı bozuk acaba falan diye, size şöyle diyorlar bu model arabaların birinin içinde silah bulundu, o yüzden bu model arabalara erişim engellendi. Taşak mı geçiyo birileri benle, kaç gündür dns ayarlarım yapılı olmasına rağmen bloguma giremiyorum, vtunnel den ktunnel den girdim, resim upload edemiyorum, bunların hepsi hayatımda hiç oruş tutmadım diye mi, elimden geleni yapıp gerisini allah a mı bırakayım, valla blogger a girceksem bi gün tutardım yani. Son Yunanistan maçından beri her gün milli maç olduğu için sinirlencek bir şey çıkıodu, bugün bilgisayarı da açmadım bu saate kadar sakin bir gündü aslında, ama şu Kasımpaşa maçı süresince yine o bilindik küfürler, yok Azar Karadas mış adam Kasımpaşa nın kelime anlamını bilse bir daha düşünürdü gelmeyi, yine düşücek bu takım, sonra yine çıkıcak yine düşücek, ama biz her Kasımpaşa maçında acayip bir gazla koşan bu adamların hikmetini kavrayamayacağız. Bu sansür işi abartıldı artık Last.fm de kapatıldı, müzik dinlemek mi ayıp ya da satanist bunlar diye sitenin içeriğine bakmadan mı kapatmışlar. Yarın evime bir takım adamlar gelicek, kendisini evin kralı sanarak bilgisayarıma oturacak, sizin bilgisayarda porno varmış, sizin bilgisayarı mühürlüyoruz ya da silin bunları, gibi laflar edecek mesela. Bunun sonu bu, adam kapatmasını biliyor, blogger.com altında yasak içerikli siteler varsa, bu diğer blog sahiplerini ne ilgilendiriyor. İşlerine gelince bütün, gelmeyince birey. Adam uydudan maç veriyor, şifresiz izleyeceğiz diye seviniyoruz, devletin kanalı TRT, maç saati geliyor, siyah ekran, kapatma sebebin yurtdışına yayını vermek istememen ise, türkiye dışındaki alıcılara koy o zaman şifreni, olmuyorsa öyle bir şey, bi çözüm bul, bizi de mağdur etme artık TRT. O kadar şey yazdım sansürler, uydudan maç izleyememe, yine kendime yazdım, ama en azından şu siteye girip tanımadığım 4-5 kişi bile okusa aynı dertleri olan insanlar olarak, şu saçma sapan uygulamaları çekmek zorunda kalmamak adına bir şeyler paylaşabiliriz. Sanırım.

21 Eylül 2009 Pazartesi

Delonte West




2004 Kasım'ında Beşiktaş'ta bir internet kafede yemeğine Nba live oynuyordum. O zamanlar Boston'da olan Delonte iki sayı gerideyken son saniyede orta sahadan jump shot koyup bana maçı almıştı. Bu yazıyı o maçın hatırına yazdım.

Delonte West, çoocuklarına bakabilmek için 3-4 işte birden çalışan bir annenin evladıymış. Çocukluğunda kardeşleri ve annesiyle Amerika'nın bir ghettosundan diğerine taşınıp durmuşlar. Açık renkli teni, kırmızı saçları ve suratındaki doğum lekesi yüzünden yeni taşındığı mahallelerde hep kavgalara girermiş. Zaten asi bir çocuk olan Delonte, bu dışlanmalar yüzünden lise çağına geldiğinde istenmeyen bir tip olmuş. Okulun bela çıkaran öğrencilerinin bulunduğu, diğer öğrencilerle fazla görüşmelerine izin verilmeyen özel bir sınıfa konulunca; annesi Delonte'nin gangsta rap kültüründe yitip gitmesinden korkup onu babasının yanında yaşamaya yollamış.


Şu anki aksanını da kaptığı yer olan bu eyalet, bildiğiniz Amerika'nın köyüdür. En yakın komşu bir araba yolculuğu uzaklığındadır. Okulda babanızın avladığı geyikle hava attığınız bu hayat Delonte'ye ilaç gibi gelir. Sırf kendisi değil basketbolu da ciddileşir. Büyük şehrin yavşak basketbolu yoktur. Acımasızca sert oynanır oralarda. Normal saha bulunmaz, toprak ya da çim sahada Delonte'nin "16 kişinin tek topla one-on-one oynaması" olarak anlattığı bir biçimde oynarlar. Kimsede merhamet yoktur, herkes kendisi için mücadele eder.


Asi gençten savaşçıya dönüştükten sonra, annesinin yanına döner. One-on-onedan ibaret olan basketbolunu lise takımlarında törpüler. Kazanmayı o kadar önemser ki, kaybettiği maçlardan sonra çıldırır, takım arkadaşlarının yüzüne bile bakmaz, sinirinden ağlar. Üniversite takımlarının oyuncu seçme turnuvalarında kaybedilen maçlarda üzülen tek adamdır. Seçmelerde bile kazanmaktan başka şey düşünmemesi gözden kaçmaz. Önce Jameer Nelson'ın yedeği olarak geçirilen müthiş bir kolej kariyeri, ertesinde profesyonel basketbol gelir.


Bilindik bir Nba başarı hikayesi gibi dursa da West'in hikayesi aslında daha fazlası. Sadece mücedeleci bir karakterin gelişimini değil, bir akıl hastasını da anlatıyor. Maç kaybedince formasını ve şortunu çıkartıp evine donla giden adam Kobe olsa savaşçı ruhu falan deriz. Delonte bu donla eve gitme olayını yapmış, ama ne yazık ki onun örneğinde bu aynı zamanda bipolar akıl hastalığının da bir belirtisi. Geçtiğimiz günlerde motorsikletiyle kara yolunda giderken hız yaptığı gerekçesiyle polis tarafından durduruldu. Delonte'nin bacağında, bir tane de cebinde kocaman baretta türü tabancalar bulundu. Sırtında taşıdığı gitar kutusundan da pompalı tüfek çıktı. Ruhsatsız silah taşıma suçundan yargılanınca, akıl hastalığı da kamuya mal oldu bir şekilde.


En kral Nba oyuncuları genelde deli olanlar. Çünkü onlar basketbolu sadece bir oyun ya da para kaynağı olarak görmezler, onlar için hayatidir basketbol oynamak. Bu tarz adamlar çoğumuzdan daha çok zorlanır hayatla başa çıkmakla. Spor, resim ya da müzik gibi kaçabilecekleri, kendilerini ifade edebilecekleri bir şey ararlar. İverson'ın eline kağıt kalem verin yapacaklarına şaşırırsınız. Okuduğum kadarıyla West de hıristiyanlığı ve basketbolu seçmiş kurtarıcı olarak.


Playofflar sonrası Ariza'nın Hidayet üstündeki savunması övüldü. Fakat bence kısa boyuna rağmen Hido'yla topu aldığı her an savaşan Delonte tutmuştu onu en iyi. Şimdi mahkemesinden ötürü Cleveland'ın hazırlık kampına katılıp katılmayacağı belli değil. Belki de Lebron'nun sahada ortaya koyduğu "Birinci ikinci üçüncü hücum tercihi hepsi benim" tavrı itti hayatta en büyük sığınağı basketbol olan Delonte West'i uçurumun kenarından.

Olivia Wilde

[00001f.jpg]

20 Eylül 2009 Pazar

Nationalmannschaft

nonnen_im_biergarten_1024x768.jpg nonnes au biergarten image by pascalbeausse


Bir çok takımın yılıdız oyuncuları noksan gelmesi, oyundan daha çok keyif alan genç bir basketbol izlememize vesile oldu Eurobasket 2009'da. Hele Rusya ve Almanya Nba starlarını kaybedince o kadar değişti ki gözünü seveyim avrupa basketbolu dedim içimden. Almanya çoğu branşta dandik Amerikan filmlerindeki Alman stereotiplerine benzeyen sporcular yarıştırırdı eskiden. Belki bizde de bazı spor dallarının ülkü ocaklarının tekelinde olması gibi(kimseyi eleştirmiyorum da olimpiyatlarda bana öyleymiş gibi geliyor hep.) bir şeydir. İlk defa Bach, bira ve felsefeye gönül vermiş, Türkiye'yi sevip buraya yerleşen, evlenmek için sünnet olan Almanları temsil eden bir milli takım gördüm. Ne makine mükemmelliğiyle, ne ikinci dünya savaşıyla özdeşleştirilebilecek pırlanta gibi gençlerdi hepsi.

İkinci Bahar, Yaşıyor Ömrüm

Bir şey ne kadar asil ve mükemmel ise, olgunlaşması da o kadar geç ve yavaş olur-Arthur Schopenhauer, Kadınlar üzerine

19 Eylül 2009 Cumartesi

Just Remember All Caps


Myspaceten konuştum, Took a few minutes to convince the average bug-a-boo cümlesini shoot threes and penetrate like Hedo Turkoglu diye değiştirtmeye ikna ettim.

Ruby Devore



Mahallede basket oynarken

Dışarda basket oynarken sayı bulma şansımız ya çılgın bir şutör e ya da kendini sokak basketboluna adamış birinin penetrelerine bakar, benim gibi mütevazı oyuncular ise işte içeri drive ediyim boştaki adama pas atıyım gibi düşüncelerle yararlı olmaya çalışır, hücumdaki yeteneksizliğimi savunmada riband alarak, sağa sola koşarak kapatmaya çalışırım ve takımıma faydalı olduğumu düşünürüm. Durum bundan ibaret elime top geldiğinde ise, ya şut atarım ya da içeri drive ederim, pick n roll falan oynayan adamlara zaten saygıyla bakıyorum. Sonra bu turnuvayı dikkatle izledikten sonra, inanılmaz penetre yapan adamların anavatanının amerika olduğunu bütünüyle anladım, ama avrupa basketbolunun karakteristiği olan uzun şutör yoktu sanki bu turnuvada, hadi bi Lorbek, biraz Bourousis, Garbajosa yılların eskitemediği, şu turnuvada bir Mehmet Okur o kadar fark yaratabilirdiki, Mehmet in 3-4 üçlük attığı bir maçta Yunanistan ı 10-15 sayıyla yenebilirdik, üstelik o devasa boyutlardaki Schortsanitis i de dışarı çekip en azından yine Mehmet in penetreleriyle çok faul yapan bi adamı direk oyunun dışında bırakabilirdik, üstelik Hidayet in kötü oynadığı bir maçta en azından şut anlamında eline bakabileceğimiz ikinci oyuncu olurdu ama yoktu kaybettik, kazansaydık bunları yazmazdım muhtemelen, ama kazanırken yazmak daha güzel tabi, kaybettikten sonra atıp tutmak kolay. Asıl söylemek istediğim Mehmet değildi aslında, araya sıkıştırdım iyi oldu, şimdi biz maç yaparken aramızda çok atletik adamlar olmadığı için, öyle üstünden vurdu, beynine verdi, yok havada yön değiştirdi gibi şeyler olmuyor tabi, onun için biz de daha çok ikili oyuna yöneliyoruz gibime geliyor. Yani amerika da basketbolu oynayan gençler sokak basketbolu kültürünü NBA ye taşıyabiliyorken, biz de sanki avrupa basketbolunun temeli olan ikili oyunlara yöneliyoruz, gibi sanki. Bir de şu var amerikalı yaşıtlarım benden daha atletiktir muhtemelen, onun için çok fundamental da gerekmediği zamanlar oluyordur, ama mesela bir Prkacin e bakarsak, atletik bir uzun değil, ama benim şu ana kadar gördüğüm en yüksek top hakimiyeti ve pas yeteneğine sahip uzun, bu da atletik değilsin o zaman basketbolun temelini öğretelim sana diye çıkmış olabilir. Uzun olup da hem atletik hem de yüksek top yeteneğine sahip bir uzun yakın zamanda pek hatırlamıyorum, ama amerika dan çıkamaz çıksa çıksa avrupa dan çıkar.

Yok Size Madalya

Adam 2lik atmadan maç kazandırdı var mı böyle birşey, bu maçtan sonra herkesin bir mazlumu olması gerektiğini düşündüm.
Bana Mazlum'u getirin!

18 Eylül 2009 Cuma

Yere Değdi, Sertçe


18 Eylül, saat 16.00 gibi Beşiktaş çarşıdan çıkmış evime doğru gidiyordum. Barbaros Meydanına Mersedes pota yerleştirmiş gösteriler falan yapıyordu. Mikrofonlu bir adamı kendinden geçmiş bağırırken görünce oraya gidip kenardan izlemeye başladım. Ben gittiğimde trambolinle smaç basan adamlar fantastik smaçlar basıyor, seyirci coşmasa da gaz verici mikrofonlu adamın coşması yetiyordu. Ekibin en çok smaç basmış zenci ifadesini mükemmel uygulayışını sevdim. Dudak büzmeler kendi yerlerinde zıplamalar falan eksiksizdi. Ben anlatamıyorum, yukarıdaki videoyu dikatle izlerseniz şaka yapmadığımı anlarsınız. Spiker adamın ingilizceden birebir çeviri nidaları eşliğinde İşin Sırrı Sırrı'yı, Çılgın çocuk Berk'i, Pisikoyu ve patlayan adam C4ü büyük keyifle izledim(lakapları ben uydurmadım).

Grup Karizma bir daha dönme sözü verip sahneden ayrıldı. Kısa bir ısınmadan sonra potada başarısız bir ikiye iki turnuvasının finalleri oynanmaya başlandı. Ne yazık ki erken final niteliğindeki Trabzon-Aksaray maçı ben gelmeden oynanmış ve Aksaray'ın galibiyetiyle sonlanmıştı.


Antalya turnuvasını kazanıp gelen takım tam benim kafamdaki Antalyalı modeline uyduğu için en baştan favorim oldu. Antalyalı insanları düşününce benim aklıma hep 15-16 yaşındaki piç delikanlılar gelir. Sarışın marışın olan bu çocuklar pahalı parfüm sürüp marka gömleklerle Antalya gecelerinde rus kovalar. Sinan Çetin'in Selma Merter'li reklamda oynayan oğlu özetle. Antalya'yı pek bilmiyorum; belki her yer bu çocuklardan dolu değildir. Ama Antalya takımı böyle çocuklardan kurulu olunca onları atari salonlarının efsane oyunu Street Hoops'taki Kel kafalı nazimsi Alman milli takımını nasıl sevdiysem öyle bağrıma bastım.

Amerikan liselerindeki sporcu ceketi giymiş adamlar tadındaki Aksaray finalde Antalya'yı eledi. Fakat 15-16 yaşında gençlerden kurulu turnuvanın sürpriz takımı Antalya müthiş mücadele etti. 2 metre ortalamalı rakipleriyle fiziksel mücadeleyi kaybedince kadrodaki tek uzun oyuncuyu çıkartıp iki kısayla tamamen şuta, hıza ve fundementale dayanan bir basketbola döndüler. Modern basketbolun en büyük taktiksel zaferlerinden biri olarak gördüğüm bu tercihle son ana kadar direndiler. Rakip daha iriydi ve geleneksel bakışla daha iyi basketbol oynuyordu. Fakat Antalya underdog olmanın verdiği rahatlıkla beklenmedik tercihler yaptı, cüretkar şutlar kullandı. Böylece Aksaray'ı hiç oynamayı beklemediği bir maçı oynamak zorunda bıraktı. O küçücük çocuk hayvan gibi herifi pota altına kadar götürüp bir anda ters köşeye yatırdığında, mutlak blok yiyeceği pozisyonda attığı basketle nasıl gönlümü kazandı anlatamam. Özellikle o kadar boy farkının üzerinden soktukları uzun mesafe şutlarını El-amin görse eminim gözleri dolardı. Maçı izleyenler We believe yazan Golden State tişörtlerinin yokluğunu hissetti.


Turnuvanın en zevkli maçlarından biri de Adana-Diyarbakır karşılaşmasıydı...

Futbol Hatalar Oyunu mudur?

Futbol hatalar oyunu tabi, hatta bütün yarışmalarda hatalar mevcut, basketbol da hatalar oyunu, satranç ta hatalar oyunu. Şimdi ben Hidayet le teketek maç yapsam
ve hiç hata yapmasam, Hidayet beni ya boyuyla yener, ya da şutuyla yener, ama hep penetre etse ben de hep kapasam hep de faul yaptırsam mesela, rüyamda bile bu kadar saçmalamıyorum, Hidayet zeki bi adam olduğu için boy avantajını falan kullanır bence. Yani neyde çok iyiseniz ya da rakibiniz neyde kötüyse ona göre oynarsınız, mesela ben Hidayete karşı post mu oynarım, olmaz öle şey. İşte Hidayet beni o kadar zorlayacak, post oynayacak ben hala iyi savunma yapıyorum ama, fake gösteriyo yemiyorum en sonunda mental olarak yorulucam, ve fake göstericek ve ben de uçucam. Neyse anlatmak istediğimi şu ana kadar anlayamayanlar olabilir ben de anlatırken zorladım ve zorlandım. Demek istediğim hata yapıldığı zaman genellikle iyi oynayan ekibin lehine yapılıyor. Yani bugün Andre Santos un, Pana lı Marinos un ve geçen hafta Bosna maçında Önder in yaptıkları bireysel hataya bağlanamaz, Önder o hatayı yaptı golü yemedik farklı bir şey olmadı maç berabere bitti, yine umutlarımız az, yeseydik bütün boku Önder in üstüne atabilirdik ama olmadı, bugün de Andre Santos topu içeri çevirdi gol olmasaydı, Fenerbahçe taraftarı Avrupa da başarı için daha mı umutlu olacaktı, "o golü yemeseydik" gibi keşke barındıran cümlelerle olmuyo malesef. Başka bir yerden de örnek veriyim hatta, sen öss ye çalışmamışsın istediğin puanı alamamışsın, sonra daha fazla çalışsaydım kesin daha iyi bi puan alırdım falan gibi laflar edersen, sana aklına gelemeyecek şeyler söylerler sen de sana doğru abi haklısın çalışmadık diyecek bi adam bulana kadar millete yavşarsın. Taraftar milleti böyle ama, kendini başkalarının hatalarıyla avutabilecek kadar olayların dışında, seneler önce Schalke den Kadıköy de 3 gol yerken Volkan a bok attılar, al kaç sene sonra yine Volkan aynı Volkan sen yine yeniliyosun, ben o zaman da kanmamıştım çünkü fb taraftarı değilim şimdi de artık kimse kendini kandırmıyodur sanırım.

15 Eylül 2009 Salı

Turkish Idol


Türk milli takımının kronik kademe ve yan top hataları olsun, yıllardır yetiştirdiğimiz en büyük defans oyuncusunun Bülent Korkmaz olması falan daha önce sık sık konuştuk bunları. Ancak Afrika'daki Dünya Kupasına bile gidemiyorsak(yani bana deseler Afrika'da Dünya Kupasında oynayacaksınız 11 kişi takım çıkar çıkaramam heralde, bizim milli takım gitmek istemesine rağmen başaramıyor ilginç) çok açık ve net biçimde gördüğüm gerçekleri artık buradan açıklamak zorunda hissediyorum kendimi. Afrika'ya bile gidemiyorsak bir daha gitmemiz için Pakistan'da falan yapılması gerekiyor heralde Dünya Kupasının, bu çok üzücü.

Şimdi arkadaşlar, hep beraber zihinlerimizde bir yolculuğa çıkalım. Sahada herkesin isminin Del Piero bilemedin Pele olduğu, sahayı sınırlayan çizgilerin futbolcuların beyninde yer aldığı, kale direği yerine taş kullanılan ve 3 korner 1 penaltı gibi günümüz futboluna eklenmesini şiddetle istediğim bir altın kurala sahip olan mahalle maçlarına gidelim. Topun sahibi olmanın kaptanlık pazubandını koluna geçirmek için yeterli olduğu, mücadelenin ve galibiyet hırsının parayı pulu bırakın yemek yeme, su içme gibi insani duygulara bile üstün geldiği karşılaşmaları düşleyelim hep beraber. Ve yavşak bir show tv spikeri edasıyla soralım orada oynayan çocuklara büyüyünce hangi futbolcu gibi olmak istiyorsunuz. Verecekleri cevap 3 aşağı 5 yukarı sabit olur. Galatasaraylılar Arda Turan, Beşiktaşlılar Lionel Messi ve Fenerbahçeliler de Aziz Yıldırım bilemedin Cristiano Ronaldo diyecekledir. Trabzonspor taraftarı çocuklara sorarsanız tükürüp kaçabilirler. Bir Servet Çetin, Bir Recep Çetin veya bir Uche cevabı alamazsınız bu çocuklardan.

Nedeni de bellidir, yalnız ve güzel ülkemizde yıllardır geri dörtlü, tandem, bek gibi terimler yalnızca çirkin oğlan çocukları için kullanılmıştır. Uluslararası alanda bir futbolcunun idol olup olmaması, çirkinlik ve yeteneğin 100 üstünden değerler aldığı "çirkinlikçarpıyüzdeseksenbeşküçükeşittiryetenek" formulüyle ölçülür.
Ribery, Ronaldinho gibi çok çirkin oyuncular müthiş yetenekleri nedeniyle birer idol olabilme şansını yakalamışken, futbol yetenekleri fena olmasa da Carlos Tevez, Craig Bellamy, Lescott gibi isimler Manchester City'de oynamaya mecbur kalmışlardır. Böyle acımasız bir Dünya'da David Beckham gibi yavşakların da kitleleri peşinden sürüklemesi sürpriz kabul edilemez.
5 yaşına bastıktan sonra mahallenin en kalıplı isimleri oldukları için geri dörtlüde oynamayı görev edinmiş gençlerimizin önüne koyduğumuz örnekler bırakın Paolo Maldini'leri Nesta'ları Servet Çetin'den Gökhan Zan'dan ibaret olduğu için ileride milli takıma kadar yükselip, milyon dolarlar kazansalar bile özel sektörde çalışan lise mezunları gibi "abi açık öğretim okumak lazım aslında, ileride bi şeflik falan gelirse kapağı atarız." tadında hala yok bir uzun pas atayım, yok şurda iki çalım yapayım diye takılıyorlar. Bizde gençlerimizin önüne idol olacak defans oyuncuları koyamadığımızdan, katıldığımız her uluslararası turnuvada kademe manyağı olmaya devam ediyoruz.


13 Eylül 2009 Pazar

Cause when we come for your ass, Aladdin wont be the only one on the carpet



Bir anda, eskiden olduğum kadarın yarısı kadar bile adam değilim. Kafama göre çevirdiğim bu cümlenin The Answer'la alakası var. Bob Dylan'ın 3 bira içip yaptığı muhteşem yesterday coveı gibi Iverson bir yaz boyunca -kimseye hayrı olmayan adam- Ricky Davis coverı durdu. Şimdi sıra önümüzdeki sezon bütün ligi sıradan geçirip hesap sormasında. Lottery pickle barışık bir Memphis takımında yüzde 15 ortalamayla 12 sayı bile tuttursa ben finals mvp iverson'ın at koşturduğu bir dünyada yaşamak istiyorum. Çok büyük eşcinsel David Stern'e sevgilerle

ikili delilik



yoğun motivasyon ile deveye hendek atlatmak güzel şey,
itiraf ediyorum ilk başta benim de çok hoşuma gitmişti.
Ama nefretle hiç bir şey yetişmiyor.
sakinliği, dinginliği borçlu değil misiniz bu millete?
en kötüsü de sahanın ortasında
kendin gibi bir tane daha yarattın.
Artık hayatımızdan çıksan diyorum, bu ikili delilik sona erse?

Amber Heard

Hidayet Türkoğlu



SEVGİ DUVARI

sen miydin o gardlarımız mıydı yoksa
her turnuvada hüsrana açardık gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar arenalar ve ibne tanjevic
derdim gülüm hak ettiğin yerde görmekti seni
elinde bir mvp heykelciği
başarısızlıklar benim etkisiz gardlarım
ne kadar az top kaptırırsak o kadar iyi

bütün şampiyonalara dadandık
önümüzde litvanya, yunanistan ve fransanın gayleri
aramızda hakemler yöneticiler ve bilimum godoş
sabahları idmanda görürdüm seni
öyle kötüydü ki enderin şut tercihleri
nası hala dövmediğine şaşardım enderi
başarısızlıklar benim ender arslanım
ne kadar boş şut atarsak o kadar iyi

baktım polonyada yine keyifler kaçacak
yine semih yine oğuz yine isyan
ama bu çocuklar seninle kendilerini aştı
yaptığın iş o kadar büyük o kadar önemli ki
bu takımda bir sen varsın bir de ersan
saymıyorum ibne tanjevicin harcadıklarını
başarısızlıklar benim çoğul türkülerim
ne kadar hidodan oynarsak, bu takım o kadar iyi


can baba özür dilerim şiirini siktiğim için.

İspanya türkiye 60-63




Kabul etmek ya da etmemekle alakalı. Ender arslan'ın dünyanın sayılı guardlarından biri olduğunu sindiremeyebilir, genç dangalaklardan oluşan türk uzunlarını eleştiren yazılar yazabilirsiniz. Ama dünyada evlenmek isteyeceğiniz tek kadının bir porno yıldızı olduunu kabul etmeniz gerektiği gibi zamanların değiştiğini(things've changed), artık inanabileceğiniz tek şeyin hido'nun bir üçlüğü olmadığını anlayabilirseniz birkaç yıl daha yaşamayı hak edersiniz. Semih Ömer ve Oğuz'a bok attım ve onlar gasol'un ağzına sıçtı. Belki de bu yüzden hayat kabul edebileceğimden çok daha fazlası...

Serdar Özkan


Bir deli oğlan var kartalımın kanadında,
Sanki aşk hayatımı özetliyor her 90 dakikada,
imdbde 6 puan alan bir romantik komediyle başlıyor.

Maça başlarken kafası dik, belli girmiş havaya.
Çok çalışmış idmanda, bir haftadır hep bu maç var kafada.
Maç sonrası röpörtajı belki de, defalarca düşlüyor.

Çalımlar şık, paslar zekice,
Umut tavan yapıyor başlama düdüğü gelince.
Belli bu oyunu çok seviyor, maç başlar başlamaz bağlanıp kendini adıyor.

Sonra birden bir soğukluk oluyor,
Mesajlara cevaplar nedense hep geç geliyor.
Karşı karşıya kalıyor Serdar, fakat golü bir türlü atamıyor.

Ani ve zamansız olarak, son düdük bir anda çalıyor.
Maçtan önceki umutlar yine, bir anda hüzne dönüyor.
Hayat adil olmadığını yine, hatırlatırken bu gence
O yeni umutlar arıyor sessizce.

Caroline Wozniacki



werder bremen istemişti ben küçükken,
on numaralı formanın sahibisin sen
züğürt yaşamını bırak gel
ne istersen burda, ne dilersen
inanmamı istedikleri sözlerdi
ancak bırakamadım ben ülkemi
canımdan çok sevdiğim beldemi
karşıma sen çıkamazsın belki ama
isterim yine de ben seni

wolkswagen halkın arabası demek
orospu değil bana 90lı güzel kız gerek
zikir eden kuş videosu bile izlerken
namert dostlar bir bir çekip giderken
inan heyecanlandırmadı beni
attırmadı şu kalbimi inan
canımdan artık ümidi kesmişken
kainatta hiçbirşey bana keyf vermez demişken
iyileşti birden bedenim, çarptı kalbim seni izlerken

12 Eylül 2009 Cumartesi

Verdi Eline

Şu maçı izleyene kadar içimde İspanyollar hakkında iyi şeylere besliyordum açıkçası, adamlar iyi oynuyor, iyi oyun kurucuları var, uzunları iyi falan. Mesela Pau Gasol ü kafamda şöyle tarif ediyordum, uzuna göre ayakları hızlı, pas yeteneği çok yüksek vs. ama kendisinin aslında yavşak bir adam olduğunu da biliyordum bugün Semih ve Ömer karşısında Gaspar Vidmar muamelesi görünce aklımda yukardaki resim ve yavşaklığı kaldı sadece. Bir diğer oyuncu ise Rudy Fernandez onu da atletik, acayip şutör hırslı, ama bugün İspanyol kısaların genel özelliği, hani Litvanya ikili oyun oynar ya onun gibi, yumuşak biçimde söylemek gerekirse müdahaleleri gösterme yeteneğinin onda da olduğunu farkettim mesela. İspanya nın hakeme oynadığını bilirdim, hatta Popovic in göz yaşları hala aklımdadır, ama Amerikalılara oynadıkları oyun da Avrupa basketbolunu seven biri olarak çok acayip hissetmemi sağlamıştı, ama işte bugüne kadarmış artık gözümde Amerikalılar kadar değeri var, neden böyle oldu acaba. Şöyle ki İspanyol gazeteleri falan okumadım İspanyolcam yok zaten ama şöyle bir varsayımda bulunacağım; İspanyollar 2004 Avrupa U18 Şampiyonası nda MVP olan Sergio Rodriguez ve 2006 Avrupa U16 Şampiyonası nda MVP olan Ricky Rubio isimleriyle 1 numarayı garantiye aldıklarını düşündüler, normal böyle şeyler bizde Semih ten oyununu geliştireceğini düşnmüştük fazla bir şey değil. Sergio Rodriguez erken denilebilecek bir zamanda NBA ye gitti, henüz beklenen seviyeye gelemedi, beklenen seviye çok yüksekti fakat kendisi Portland daki son sezonunda ancak nihayet 15 dk ortalama tutturabildi, şu anki kadroda yok, Rubio ise 19 yaşında bu sezon Barcelona ile anlaştı ve Calderon un yokluğunda 1 numara poziyonu onun. Diğer maçları izleyemedim ama bu maçta yaptıklarından yola çıkarsak, tabi çok genç hala ilerde yıldız olabilir tabi ama şu an o pozisyon için hala yedek seviyesinde, şutu hiç yok galiba bilmiyorum da boş şutları hiç sokamadı, en son dileğim Rubio nun overrated olması ama 19 yaşında Ersan da bir Dünya Şampiyonası oynadı ki bir süperstar o yaşlarda nasıl olması gerekir gibi bi sorunun tek cevabıydı sanki. Bugün İspanyol oyuncular karşımızda sıradanlaştı resmen biz ise artık şampiyonluğun en güçlü adaylarındanız.

Kenny George

Fotoğraftaki Indiana Pacers ın bu sene 13. sıradan draft ettiği Tyler Hansbrough kendisi 2.06 m yanındaki ise UNC Asheville de oynamış olan Kenny George. Kendisi uzun bi oyuncunun kısa görünmesini sağlayacak kadar uzun, yaklaşık 2.36 m. NCAA tarihinin gördüğü en uzun oyuncu, peki ne oldu da Kenny George un adını duymuyoruz. George doğduğunda doktorlar ileride devliğe yol açacak hipofiz bezinin aşırı etkinliğini keşfederler. Ama hayati bir tehlikesi bulunmadığı için sadece hipofiz bezinin her ay doktora kontrol ettirmesi gerekir. Babası oğlunun basketbolda kariyer yapmasıyla pek ilgilenmediğini belirtmiş fakat George lisede basketbol oynamaya başlar, o zamanlar 2.03 boyundadır, tabiki yaşıtlarında çok uzun olduğu için sayı, riband ve bloklarla triple-double a yakın ortalamalar tutturur. Sonra UNCA de 2005-06 sezonunda oynamaya başlar fakat dizinden bir ameliyat geçirir, o boydaki biri için son derece normal. Fakat 2008 de MRSA adlı bir bakterinin sebep olduğu ve insanlarda tedavisinin zor olduğu bir hastalık yüzünden ayağı kesilmek zorunda kalır ve protezle hayatına devam eder. Böylece basketbol kariyeri de sona erer. NBA de ne yapardı ne yapmazdı hiç bilinemeyecek, fakat Kenny George zıplamadan bastığı smaçlarla hatırlanır büyük ihtimalle.

11 Eylül 2009 Cuma

Lily Cole




Yağmur Yağdı Böyle Oldu

Bilmemkaç senede bir yağarmış bu yağmur, o dere yataklarını yaparken betonla örerken, o kadar da yağmaz heralde diyerek ufak tuttular belkide, belkide haklılardı, bu milli takımın San Marino ya puan kaybetmesi kadar düşük bir ihtimaldi belki de. Ama ikisi de gerçekleşti hem de aynı sebepten. Sel suları insanları uyku da yakaladı, kimileri tedbirsizlik dedi, kimileri 100 senede bir olur dedi, halbuki oralar her yağmurda göl olur. Bundan ders alınmadığı gibi 50 sene sonra aynı şiddette bir yağmur yağdığında aynı şeyleri yaşamamız olası. Milli takım San Marino'ya puan kaybederken yağmur yağmaya devam ediyordu, o belki de uyarıydı, Letonya yı geçemedik, İsviçre yi geçemedik, artık sel suları yükseldi ve birilerini götürecek. Play-off lara bile kalamıyoruz, ülkede futbolcu çok yetişiyor ama çoğu kelek, altyapı diye birşey yok, kaç senedir bir ayağına hakim savunma oyuncusu yetiştiremiyoruz, çünkü futbola başlayan bütün gelecek vaat etmeyen çocukları defans yapıyoruz da ondan, yetenekliler de forvet oluyor. Zaten halı sahada forvet olmak albüm satışının patlama yapması gibi birşey. Ondan dolayı Estonya'ya 4 atarken 2 de yiyoruz. Hatta şöyle saçma sapan bir şey bile iddia edebilirim, İtalya daki mahalle maçlarında bizim mahalle maçlarından daha az gol oluyodur, eğer bu doğruysa çok acayip olur hakkaten. Artık iki farklı olayın ama aynı şekilde düşünmemizden dolayı gerçekleşen olayın aynı güne denk gelmesi ironik, sarkastik, ne derseniz deyin. Ama şundan eminim biz bir sonraki turnuvaya giderken de yine yan toptan gol yiyeceğiz, yine maçları izlerken gaza gelip küfürleri sallıcaz, ve bu kış yine hiç beklenmedik bir şey olur da İstanbullu yine boku avuçla yerse bu sefer de 100 yılda bir olur diyemez kimse.

Polonya 09

Polonya da normalden farklı bir turnuva izliyoruz, çoğu büyük takım eksik kadrolarla mücadele ediyorlar. Mesela Almanya'nın Nowitzki siz neler yapabileceğini, hiç birşey, Litvanya nın sisteminin oyun kurucuya nasıl bağlı olduğunu , ve Yunanistan ın artık bi ekol haline geldiğini gördük, Diamantidis olmadan da iyi savunma, Papaloukas olmadan da iyi fast break e çıkabiliyorlar tabi Spanoulis büyük oyuncu. Sırbistan mesela genç bir kadroyla gelmesine rağmen koç farkını hisseden takımlardan biri bence. Dusan Ivkovic 87-95 arası Yugoslavya yı çalıştırırken 3 Avrupa 1 Dünya şampiyonluğu bir de Olimpiyat ikinciliği yaşatmış takımına. O efsane Drazen Petrovic, Toni Kukoc ve Vlade Divac lı dağılmadan önceki Yugoslavya kadrosuyla 88 de olimpiyat ikinciliği 89 ve 91 de 2 Avrupa şampiyonluğu, 90 da dünya şampiyonluğu, Yugoslavya nın dağılmasıyla Petrovic, Kukoc Hırvat milli takımıyla oynamaya başladı tabi o takım 92 Barcelona olimpiyatlarında 2. oldu, 95 te Yugoslavya adıyla Avrupa şampiyonluğu. O zamanlardan beri milli takımı çalıştırmamış Ivkovic, şimdi takımın başında ve en yaşlı oyuncusu Nenad Krstic o da 83 doğumlu. İyi bir jenerasyon yetişiyor anlaşılan Sırbistan'da ama hücum da hala eksikleri var. Hayal kırıklığı yaratan Bulgaristan aslında hayal kırıklığını Pini Gershon la yaşattı. Hücumda bizim dışarda oynadığımız basketbolun aynısını sahaya yansıtma becerisini gösterebilen bir takım vardı. Bu kadar kötü bi Bulgaristan ı izleyince, aklıma Pini Gershon un bi Jasikevicius a bir de Anthony Parker a ihtiyacı var demek geldi. Aslında şu ana kadar oynanan maçlar içinde bizim çok iyi durduğumuzu söyleyebiliriz. Çok eksiğimiz de yok, ne güzel top oynuyoruz, 2006 da ki heves var takımda, mücadeleyi bırakmıyoruz gerçi şu ana kadar litvanya dışında çok zorlanmadık ama son topa kalan maçlar olacağını tahmin ediyorum yeni grubumuzda. 2006 da son topu kim kullanır dediğimizde yine Hidayet derdik ama bu sene artık Hidayet diye bağırmamız gerekiyor, bizi kötü oynadığımız maçı bile kazandırabilir Hidayet, oyuna direk etki etmesi gereken zamanlar oluyor bunu da çok soğukkanlı bi şekilde yapıyor. Turnuva sonunda MVP Hidayet olabilir. Şu İspanya iyi oynayamasa da korkutuyor adamı, yensek şunları diğer maçlar daha rahat geçer gibime geliyor.

10 Eylül 2009 Perşembe

Polonya 2009




Stan Van Gundy Türk tipine sahip olduğu için ona diğer Nba koçlarından farklı gözle bakmışımdır. İstediği kadar geleceğin basketbolunu oynatsın, radikal kararlar alsın; benim kafamda evin aşağısındaki bakkal ya da mahalleden bir abimizdi. Aldığı kararlara, oynattığı basketbola bu gözle baktığım için hepsini kendime göre anlardım. Sonra tabii benim Amerika’da Efes ruhunu yaşatıyor sandığım Orlando ben Hido’ya jübile yapar derken adamı pek hoş olmayan bir şekilde gönderdi. Ben de ilgiyle izlediğim ligin kulüplerden ziyade şirketlerden oluştuğunu, Van Gundy’nin de Türkiye’ye gelip rakı içmesinin olacak bir iş olmadığını idrak ettim. Yine de spor müsabakalarında takımları koçun tipine bakıp aldığım sonuçlardan anlama huyum baki kaldı. Tanjevic’e o gözle bakınca yaptığım yorumlar pek hoş değil. Ne yazık ki kafamda bir yere oturtmaya çalışınca Avrupadaki eşcinsel evlilik yapan çağdaş ibnelerden başka birine benzetemiyorum adamı. Fenerbahçe’de çalışması ve tip olarak oğlan sınıfına sokabileceğimiz genç basketbolculara takımlarında önemli şanslar tanıması da cabası. Tanjevic’i çok yanlış anlıyorum, ama bu arkadaşları aynı anda idare ediyormuş gibi geliyor. Her Fener maçı izlediğimde, Oğuz Savaş zor bir günün ardından eve gidip başını omzuna yasladığı sevecen kocası. Biraz romans arzuladığında ise kendini bir genç kız gibi hissetmesini sağlayan toy sevgilisi Ömer Aşık’ın yanına gidiyor. Piç playboy Semih Erden’le ise İstanbul gece hayatına katılmıştır, sabah işkembecide görüntülenir diye düşünüyorum . Basketbol gibi güzel bir spora yıllarını vermiş; Avrupa şampiyonasında aslanlar gibi mücadele eden insanlara kafamda işte böyle büyük terbiyesizlik ediyorum. Suçlu olarak çocukken teknik direktör olarak tanıyarak büyüdüğüm Fatih Terim’i göstermek gerekir. Sonuçta kendisine iki günlüğüne orduyu teslim etseniz insanlığın halinin bir Fallout’tan bir Battlestar Galactica’dan beter olacağı aşikar. Bu adamla büyüyünce de işte feminen ama güzel bir insan olan Tanjevic’i görünce aklında ilk oluşan fikir bu oluyor insanın. Yanlışlıkla sosyal içeriğe girer gibi oldum ama Tanjevic ve milli takım uzunlarından az önce yazdıklarım için özür dilemeye çalışıyorum. Van Gundy’e abi derken hatamdan dönmem gibi Polonya’da Milli takımı izledikten sonra Fenerbahçe nefretimin aklımı körelttiğini fark ettim. Ama şimdi milli takımla ilgili, uzunlarımızı Tanjevic’in erkek arkadaşları olarak düşünürseniz çok mantıklı bulacağınız birkaç yorum yapmak istiyorum.









Oğuz Savaş, Fatih Solak, Semih Erden ve Ömer Aşık 12 dev adamın kadrosundaki saf pota altı oyuncularıydı. Sonra Fatih aslında belki birkaç kaliteli dakika(quality minute) oynayabilicek olmasına rağmen çıkarıldı. Onun dışındaki üç oyuncu genç olmalarına rağmen basketbollarını üst seviyeye taşımış ve milli takım seviyesinde mücadele etmeyi hak eden oyuncular. Hatta takımda Kerem Gönlüm olsaydı 4-5 pozisyonunda bir sıkıntımız olmadığını söylerdim. Fakat bence takımımızın şu anda en büyük eksikliği çoğu spor yorumcusunun söylediği gibi 2 numarada değil pota altında. Kerem Gönlüm doping testi sonucu kadro dışı kalmadan önce oyun zekası ve tecrübesiyle hücumda tıkanmamızı ve uzun müdafaasında hantal ve gerizekalıca hatalar yapmamızı engelliyordu. Ben takımdaki top dolaşımının(ball movement) ne kadar ona bağımlı olduğunu ancak gidişinden sonra anladım. Pota altında sayı bulmakta ve müdafaada bence onun yokluğundan dolayı çok sorun yaşayacağız. Şu anda defanstaki başarısından hücum gücünü alan güzel bir basketbol oynuyoruz. Mücadele seviyesi yükselecek ve Avrupa’nın en iyi ekipleriyle karşı karşıya geleceğiz. Öyle bir durumda örneğin İspanya karşımıza geldiğinde Oğuz Semih Ömer üçlüsünün Pau Gasol’ü harcayacağını pek sanmıyorum. Eninde sonunda ne kadar genç yetenek de olsalar Akatlar’da ağızlarına yüzlerine blok yiyen insanlar. Fiziksel mücadele de bi eksikleri yok ama Avrupa’nın çakal uzunlarının ilerleyen turlarda onlara Beşiktaş’tan daha merhametli davranacağını pek sanmıyorum. Grup aşamasında sıkıntı olmasa da seviye yükseldikçe o bölge bir yaraya dönüşecektir. Bence bizi bu kupada erişeceğimiz yer her ne olacaksa onun üstüne çıkmaktan alıkoyan da veteran bir uzunun yokluğu olacak. Belki planda kadroda Kerem Gönlüm vardı, bu ideal kadro değil. Yine de uzunlara bakıp ta kadroyu yeterli buluyorsanız ikinci bir yargıda daha bulunmuş olursunuz. İkinci yargı Ömer Semih Oğuz dışında bir tane adam gibi Türk pota altı oyuncusu yok olur. Birisi gidip yönetici kadroya gençlere yatırım yapmak böyle bir şey değil demeli bence. O vakte kadar Tanjevic ve oğlanları düşüncesi ne yazık ki ben inkar etmeye çalışsam da içimde bir yerlerde yatıyor olacak. Tanjevic’in buna karşı yapacağı en güzel jest Fenerbahçe formasını çıkarması olur. Şu satırları yazarken o sahne adeta bir İnglorious Bastards'mış gibi gözlerimin önünde. Brad Pitt’in önünde diz çökmüş yalvaran gözlerle Tanjevic beni bırakırsanız eve gidince Fenerbahçe formasını yakacağım falan diyor. Sonrasında ise Brad beyin efsane monoloğu ve Tanjevic'in alnına Fenerbahçe logosunun bıçakla kazındığı görüntü var. “i think this might just be my masterpiece. “