24 Eylül 2009 Perşembe

Kalabalıkta tanıdık

Bu sene geçen seneyi aratan takımlar var süpper ligde, beşiktaş mesela, gol atarlardı geçen sene bu sene atamıyolar, sivas maç kazanırdı bu sene onlarda bi garip, bir de ankaraspor vardı onlar hiç yok, beterin beteri var tabi. Ama beşiktaş eski tanıdık olur, yüzüne bakarsınız çıkaramazsınız, ama bi insan diğerine o kadar benziyorsa o, odur yapacak bir şey yok. Taraftar, biz futbol izleyicileri, en azından ben, kalabalıkta tanınacak beşiktaş ı görmek istiyorum, metroda yürürken karşıdan kendini belli edecek, yürüyüşünden tanınacak, futbol karakteristiği olan beşiktaş izlemek istiyorum. Sivas ise yaptığını sandığım ama olmayan transferlerin ektiği tohumların verdiği kelek karpuz gibi. Tum un yerine alındığını düşündüğüm Omotoyossi bugün karşıma Metz maçında çıktı, sonra üstüne bir de Borbiconi çıktı o da baharatı oldu o şaşkınlığın, Bouzza gelmişti Sol Campbell ın Notts County ye yaptığı muameleyi yaptı, sene başında büyük umutlarla lige başlıyorsun geçen sene şampiyonluk falan kaçmış, ondan önceki sezonda kaçmış sayabilirsin hadi, bu sezon başlıyor, "noldu sivas, ya noldu sivas" olmadı sivas malesef, birbirine benzeyen oyuncularla yürümedi, onu geçtim geldim diyen adam gitti, kimin zaafı kimin hatası bilmiyorum. Fazla da bok atmak istemiyorum, her takımın başına geliyor böyle şeyler, gs şampiyon oldu sonraki sezon 5. bitirdi, ama sivas oynadığı futbolla taksim metro çıkışında kendini farkettiriyordu.

23 Eylül 2009 Çarşamba

mutsuzluğun müptelası

yanıp sönen kırmızı ışık
yat yere hiç kalkma olur mu?
küçük sahte mutluluklar
akabinde kesin sıçtık.


kıvanç abi'ye ithafen.

22 Eylül 2009 Salı

Koşarek

9.69 koştu Tyson Gay, Usain Bolt un derecelerini yakalamaya devam ediyor, bakalım Tyson Gay bu psikolojik baskı altında delirmeden ne kadar koşabilecek. Adam ne kadar iyisini yapsa da, ki burda yapılmışı var diye önüne çıkarıyorlar. 10 sene sonra neler konuşulur bilmem ama eğer Tyson Gay i konuşuyor olursak, Usain Bolt un boğaz köprüsünden atlaması gerekecek.

İbne Federasyon


Tatsız sonlandığı için artık pek Eurobasketle ilgili birşey yazasım yok. Tanjevic'i eleştirsem, Turgay Demirel'e küfür etsem 3-4 sene önce ettiğimiz lafların aynısını edeceğim için o da anlamsız. Adamlar istikrar adı altında kaç senedir aynı boku yiyip duruyorlar. Hevesimiz kursağımızda kaldı belki ama turnuvanın güzel yanlarından biri, Tbl'nin kalitesini gözlerimizle görmemiz oldu. İki sene önce ufak takımlar bile atılımlar yapmaya başladığında lig gelişiyor, rekabet miktarı artıyor diyorduk. Gerçekten de neredeyse tamamı Tbl oyuncularından kurulu takımımız turnuvada kalite bakımından hiç sırıtmadı. Bütün sezon yüksek seviyede mücadele etmiş oyuncularımız Avrupa şampiyonası gibi zorlu bir turnuvaya ayak uydurmayı başardı. Hatta adam gibi bir teknik ekip olsa madalya bile alırdık.Lig-milli takım arasındaki ilişkinin en güzel örneklerinden biri İspanya. Tıpkı İspanya gibi bizim de artık ligimiz sayesinde genç yeteneklerimizi adam gibi yetiştirebileceğimizi umuyorum. Taraftarı basketbol maçlarına, Yıldırım Demirören'i de Beşiktaş Cola Turca'ya yatırım yapmaya davet ediyorum.

Kısmet değilmiş

Malum Arap milleti dinine düşkün, paraya da düşkün, harcamayı seviyorlar, Gerets gitmiş bir Arap ülkesine bir takımın teklifini değerlendirmek üzere, duvarlarda plazmalar varmış yan yana 3-4 tane, böyle bir millet. Manchester City de bildiğiniz gibi Arapların elinde, parayı yine saçtılar sağa sola, Adebayor u falan aldılar ama sezonun en önemli maçında ne Adebayor u ne de Robinho yu oynatabildiler, Tevez, Bellamy ikilisiyle gol aradılar. Tevez epey zorladı United savunmasını, Ben Foster ın saçmalıklarıyla pozisyonlar buldu, Bellamy acayip 2 gol attı, ama akıllarda Ryan Giggs in 36 yaşında oynadığı akıl almaz futbol kaldı, sanki 10 sene önce Arsenal le çekiştikleri dönemdeki sağa yatıran sola yatıran Giggs geri dönmüştü, son golde "7 numara" Owen a verdiği pas da tecrübesi ve tekniğini tekrar gösterdi bize, Owen da hala pilinin bitmediğini. Bu takımda Giggs varken ne Nani, ne Valencia, ne de Ronaldo ondan daha iyi bir futbolcuydu, Giggs takımın kanatlarda hep 1 numarası olacak. Tabi Neville, Scholes, Giggs üçlüsü yaşlandı artık, Neville ın yerine bir sağ bek sayabiliriz, ama Scholes un yerine bir orta saha ya da Giggs in yerine bir kanat sayamıyoruz, kesinlikle onlardan iyidir diyemiyoruz, bu United da çıtayı yükseltiyor en azından ve gittikçe mükemmelleşen bir sistem halini alıyor.

Aslında Spora Yazılmak Lazım



"The odd thing is, I didn't play much basketball during the summer months. In fact, it's pretty safe to say I hardly touched a ball. After taking a little time off after the season ended, I just started swimming, like every single day. And, I really got into bike riding. After doing this for a while I stepped on the scale and I was at about 203 pounds. I played last season at about 216. I was like 'whoa,' and figured that was enough."

Karşı cinsin fazla ilgisini çekemediğim için geçtiğimiz aylarda bol bol yüzerek 96 kilodan 90 kiloya indim. Yukarıda yazdığına göre Brandon Roy da benle aynı şeyi yapmış. Ben daha büyük bir atlet olduğum için iki kilo daha fazla vermişim. Kilo verdikten sonra blogun yazarı backboard rumuzlu Kıvanç Abi'ye bire birde sahayı zindan ettiğimi düşününce, Roy'un da başarılı bir sezon geçirmemesi için sebep göremiyorum. Şaka bir yana bence basketbola ara verip biraz kafasını dinlemekle iyi etmiş. Yüzme ve bisiklet ile verdiği kilolar bu sene daha hızlı ve tehlikeli olması demek. Genç basketbolcular bazen kendilerinden beklenenlerin ağırlığı altında eziliyor. Yazı çok ağır antremanlarla geçirmeleri daha sonra zihinsel ve fiziksel yorgunluğa, sakatlıklara yol açabiliyor.

En son Wade'in 2008-2009 sezonundan önce yazın kilo verişini hatırlıyorum. Sonrasında Mvp kalitesinde bir sene geçirdi. Hala Nba'e dönmekle uğraşan Arenas bu yaz Wade'in o antrenörünü tutmuş, Arenas da bol bol kilo vermiş. Farklı motivasyonlarla yola çıksak ta benim gibi kilo verme sanatına gönül vermiş tüm sporcu arkadaşlarıma önümüzdeki sezonda başarılar diliyorum.

Biri bizi sınıyor mu?

Şu milli takımın kaybettiği saçma sapan maçlardan sonra işler benim açımdan düzgün gitmiyor sanırım, öyle ilahi güçlerin olaylara direk etkisinin olmadığını düşünen bir insan olarak oruç tutmadığım ramazan periyodu süresince işlediğim günahlardan dolayı "tanrı" beni sınıyor galiba. Düşünün sizin bir arabanız var, bi sabah işe gitmek için arabanızın kilidini açmaya çalışıyorsunuz, ama olmuyor, sonra servisi çağırıyorsunuz anahtarım mı bozuk acaba falan diye, size şöyle diyorlar bu model arabaların birinin içinde silah bulundu, o yüzden bu model arabalara erişim engellendi. Taşak mı geçiyo birileri benle, kaç gündür dns ayarlarım yapılı olmasına rağmen bloguma giremiyorum, vtunnel den ktunnel den girdim, resim upload edemiyorum, bunların hepsi hayatımda hiç oruş tutmadım diye mi, elimden geleni yapıp gerisini allah a mı bırakayım, valla blogger a girceksem bi gün tutardım yani. Son Yunanistan maçından beri her gün milli maç olduğu için sinirlencek bir şey çıkıodu, bugün bilgisayarı da açmadım bu saate kadar sakin bir gündü aslında, ama şu Kasımpaşa maçı süresince yine o bilindik küfürler, yok Azar Karadas mış adam Kasımpaşa nın kelime anlamını bilse bir daha düşünürdü gelmeyi, yine düşücek bu takım, sonra yine çıkıcak yine düşücek, ama biz her Kasımpaşa maçında acayip bir gazla koşan bu adamların hikmetini kavrayamayacağız. Bu sansür işi abartıldı artık Last.fm de kapatıldı, müzik dinlemek mi ayıp ya da satanist bunlar diye sitenin içeriğine bakmadan mı kapatmışlar. Yarın evime bir takım adamlar gelicek, kendisini evin kralı sanarak bilgisayarıma oturacak, sizin bilgisayarda porno varmış, sizin bilgisayarı mühürlüyoruz ya da silin bunları, gibi laflar edecek mesela. Bunun sonu bu, adam kapatmasını biliyor, blogger.com altında yasak içerikli siteler varsa, bu diğer blog sahiplerini ne ilgilendiriyor. İşlerine gelince bütün, gelmeyince birey. Adam uydudan maç veriyor, şifresiz izleyeceğiz diye seviniyoruz, devletin kanalı TRT, maç saati geliyor, siyah ekran, kapatma sebebin yurtdışına yayını vermek istememen ise, türkiye dışındaki alıcılara koy o zaman şifreni, olmuyorsa öyle bir şey, bi çözüm bul, bizi de mağdur etme artık TRT. O kadar şey yazdım sansürler, uydudan maç izleyememe, yine kendime yazdım, ama en azından şu siteye girip tanımadığım 4-5 kişi bile okusa aynı dertleri olan insanlar olarak, şu saçma sapan uygulamaları çekmek zorunda kalmamak adına bir şeyler paylaşabiliriz. Sanırım.

21 Eylül 2009 Pazartesi

Delonte West




2004 Kasım'ında Beşiktaş'ta bir internet kafede yemeğine Nba live oynuyordum. O zamanlar Boston'da olan Delonte iki sayı gerideyken son saniyede orta sahadan jump shot koyup bana maçı almıştı. Bu yazıyı o maçın hatırına yazdım.

Delonte West, çoocuklarına bakabilmek için 3-4 işte birden çalışan bir annenin evladıymış. Çocukluğunda kardeşleri ve annesiyle Amerika'nın bir ghettosundan diğerine taşınıp durmuşlar. Açık renkli teni, kırmızı saçları ve suratındaki doğum lekesi yüzünden yeni taşındığı mahallelerde hep kavgalara girermiş. Zaten asi bir çocuk olan Delonte, bu dışlanmalar yüzünden lise çağına geldiğinde istenmeyen bir tip olmuş. Okulun bela çıkaran öğrencilerinin bulunduğu, diğer öğrencilerle fazla görüşmelerine izin verilmeyen özel bir sınıfa konulunca; annesi Delonte'nin gangsta rap kültüründe yitip gitmesinden korkup onu babasının yanında yaşamaya yollamış.


Şu anki aksanını da kaptığı yer olan bu eyalet, bildiğiniz Amerika'nın köyüdür. En yakın komşu bir araba yolculuğu uzaklığındadır. Okulda babanızın avladığı geyikle hava attığınız bu hayat Delonte'ye ilaç gibi gelir. Sırf kendisi değil basketbolu da ciddileşir. Büyük şehrin yavşak basketbolu yoktur. Acımasızca sert oynanır oralarda. Normal saha bulunmaz, toprak ya da çim sahada Delonte'nin "16 kişinin tek topla one-on-one oynaması" olarak anlattığı bir biçimde oynarlar. Kimsede merhamet yoktur, herkes kendisi için mücadele eder.


Asi gençten savaşçıya dönüştükten sonra, annesinin yanına döner. One-on-onedan ibaret olan basketbolunu lise takımlarında törpüler. Kazanmayı o kadar önemser ki, kaybettiği maçlardan sonra çıldırır, takım arkadaşlarının yüzüne bile bakmaz, sinirinden ağlar. Üniversite takımlarının oyuncu seçme turnuvalarında kaybedilen maçlarda üzülen tek adamdır. Seçmelerde bile kazanmaktan başka şey düşünmemesi gözden kaçmaz. Önce Jameer Nelson'ın yedeği olarak geçirilen müthiş bir kolej kariyeri, ertesinde profesyonel basketbol gelir.


Bilindik bir Nba başarı hikayesi gibi dursa da West'in hikayesi aslında daha fazlası. Sadece mücedeleci bir karakterin gelişimini değil, bir akıl hastasını da anlatıyor. Maç kaybedince formasını ve şortunu çıkartıp evine donla giden adam Kobe olsa savaşçı ruhu falan deriz. Delonte bu donla eve gitme olayını yapmış, ama ne yazık ki onun örneğinde bu aynı zamanda bipolar akıl hastalığının da bir belirtisi. Geçtiğimiz günlerde motorsikletiyle kara yolunda giderken hız yaptığı gerekçesiyle polis tarafından durduruldu. Delonte'nin bacağında, bir tane de cebinde kocaman baretta türü tabancalar bulundu. Sırtında taşıdığı gitar kutusundan da pompalı tüfek çıktı. Ruhsatsız silah taşıma suçundan yargılanınca, akıl hastalığı da kamuya mal oldu bir şekilde.


En kral Nba oyuncuları genelde deli olanlar. Çünkü onlar basketbolu sadece bir oyun ya da para kaynağı olarak görmezler, onlar için hayatidir basketbol oynamak. Bu tarz adamlar çoğumuzdan daha çok zorlanır hayatla başa çıkmakla. Spor, resim ya da müzik gibi kaçabilecekleri, kendilerini ifade edebilecekleri bir şey ararlar. İverson'ın eline kağıt kalem verin yapacaklarına şaşırırsınız. Okuduğum kadarıyla West de hıristiyanlığı ve basketbolu seçmiş kurtarıcı olarak.


Playofflar sonrası Ariza'nın Hidayet üstündeki savunması övüldü. Fakat bence kısa boyuna rağmen Hido'yla topu aldığı her an savaşan Delonte tutmuştu onu en iyi. Şimdi mahkemesinden ötürü Cleveland'ın hazırlık kampına katılıp katılmayacağı belli değil. Belki de Lebron'nun sahada ortaya koyduğu "Birinci ikinci üçüncü hücum tercihi hepsi benim" tavrı itti hayatta en büyük sığınağı basketbol olan Delonte West'i uçurumun kenarından.

Olivia Wilde

[00001f.jpg]

20 Eylül 2009 Pazar

Nationalmannschaft

nonnen_im_biergarten_1024x768.jpg nonnes au biergarten image by pascalbeausse


Bir çok takımın yılıdız oyuncuları noksan gelmesi, oyundan daha çok keyif alan genç bir basketbol izlememize vesile oldu Eurobasket 2009'da. Hele Rusya ve Almanya Nba starlarını kaybedince o kadar değişti ki gözünü seveyim avrupa basketbolu dedim içimden. Almanya çoğu branşta dandik Amerikan filmlerindeki Alman stereotiplerine benzeyen sporcular yarıştırırdı eskiden. Belki bizde de bazı spor dallarının ülkü ocaklarının tekelinde olması gibi(kimseyi eleştirmiyorum da olimpiyatlarda bana öyleymiş gibi geliyor hep.) bir şeydir. İlk defa Bach, bira ve felsefeye gönül vermiş, Türkiye'yi sevip buraya yerleşen, evlenmek için sünnet olan Almanları temsil eden bir milli takım gördüm. Ne makine mükemmelliğiyle, ne ikinci dünya savaşıyla özdeşleştirilebilecek pırlanta gibi gençlerdi hepsi.

İkinci Bahar, Yaşıyor Ömrüm

Bir şey ne kadar asil ve mükemmel ise, olgunlaşması da o kadar geç ve yavaş olur-Arthur Schopenhauer, Kadınlar üzerine